T.C. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Tarafından Fahri Profesörlük Tevdii Töreni’nde Yaptıkları Konuşma
17.04.2015
Sayın Cumhurbaşkanı,
Sayın Rektör,
Değerli Öğretim Üyeleri ve Öğrenciler
Kıymetli Hanımefendiler, Beyefendiler,
Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Cumhurbaşkanı olarak Kazakistan’a yaptığım bu ilk ziyaret vesilesiyle, Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi’nde bulunmaktan memnuniyet duyuyorum. Şahsıma layık görülen fahri profesörlük unvanı için, üniversite yönetimine ve tüm dostlarımıza teşekkür ediyorum. Üniversitemizi, Türkiye ile Kazakistan arasındaki işbirliğinin önemli sembollerinden biri olarak görüyorum.
Dilimizin ve kültürümüzün gelişmesine, zenginleşmesine çok önemli katkılarda bulunan büyük fikir adamı ve gönül eri Hoca Ahmet Yesevi’nin manevi feyzinin, ziyaretimizi daha da anlamlı kıldığına inanıyorum. Üniversiteye ismini veren Ahmet Yesevi, gerekten de Türkistan’dan Anadolu’ya ve Balkanlara kadar uzanan geniş bir coğrafyanın manevi kandillerinden biridir.
Ahmet Yesevi Hazretleri, Arslan Baba’dan ve Yusuf Hemedani’den devraldığı ihlas ve irfan bayrağını, Horasan Erenleri aracılığıyla yedi iklim dört kıtaya taşımıştır. Bu üniversitenin, bir eğitim kurumu olmanın ötesinde, Hoca Ahmet Yesevi okulunun günümüzdeki temsilcisi olarak da faaliyet gösterdiğine, göstermesi gerektiğine inanıyorum.
Üniversitemizin ilk ve en önemli öğretim üyesi olarak Hoca Ahmet Yesevi’yi kabul ediyorum. Öğrenci kardeşlerimden bu şuurla, bu anlayışla, bu misyonla eğitimlerini yürütmelerini, kendilerini yetiştirmelerini bekliyorum. Bu üniversite, hem taşıdığı isim, hem de bulunduğu coğrafya sebebiyle, herhangi bir yüksek eğitim kurumu olarak kalamaz, kalmamalıdır.
Türkistan, çağlar açıp çağlar kapatan gelişmelerin temellerinin atıldığı, tarihi bir ilim, irfan, kültür merkezidir. Tarihte “Türk Rönesansı” diye ifade edilen medeniyet hamlesinin harcı, işte burada, bu topraklarda karılmıştır. Bu harcın temelinde muhabbet vardır, saygı vardır, bilgi vardır, erdem vardır, hikmet vardır.
Hoca Ahmet Yesevi’nin bu donanımla Anadolu’ya, Balkanlara gönderdiği dervişler, sadece birer Eren değil, aynı zamanda birer Alp’ti. Bilgiyi ve mücadele ruhunu şahıslarında birleştiren bu Alperen’lerin izlerini, gittiğimiz her yerde görüyoruz. Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya, Balkanlar’dan Avrupa’nın içlerine kadar her yerde, tekkelerini, türbelerini, camilerini, medreselerini ihya ettiğimiz bu Alperen geleneğinin ocağı, işte burasıdır, Türkistan’dır, Hoca Ahmet Yesevi’nin dergâhıdır.
Hoca Ahmet Yesevi Üniversitemiz de bu geleneğin günümüzdeki en önemli merkezi olmak durumundadır. Aksi halde üniversitemiz, isminin hakkını veremiyor demektir. Bu adı taşımak ne kadar ayrıcalıklı ise, bu misyonu yüklenmek de o derece fedakârlık ister.
Ben, üniversitemizin önümüzdeki dönemde, tüm coğrafyamıza yeni bir soluk, yeni bir nefes vererek, adına ve misyonuna yakışan bir gayret ortaya koyacağına yürekten inanıyorum. 1993 yılında ata yurdun kalbine dikilen bu fidan, sizlerin sayenizde bugün artık genç bir çınar haline geldi. Hoca Ahmet Yesevi meşalesini taşıma şerefine nail olmuş bilim insanları ve öğrenciler olarak, üniversitemizi uluslararası rekabet gücü yüksek bir kurum haline getirme konusundaki çabalarınızı takdir ediyorum. Bunun yanında Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi, Rektör’ünden öğrencisine kadar tüm mensuplarıyla, köklü geçmişimiz ile parlak geleceğimiz arasındaki köprü olma misyonunu da her faaliyetinde göstermelidir.
Değerli Arkadaşlar,
Türkiye; tarihi, coğrafi ve kültürel bakımdan Kazakistan’ın da içinde yer aldığı Orta Asya coğrafyasının doğal ve vazgeçilmez bir parçasıdır. Orta Asya, tarihin her döneminde Anadolu insanı için ayrı bir önem taşıdı. 1991 yılından itibaren, 70 yıllık parantezin kapanmasını takiben, bölgeyle yeniden ilişki tesis edilmesi, Türk dış politikasının en önemli önceliklerinden biri oldu. Türkiye, başta Kazakistan olmak üzere, Orta Asya’daki kardeş cumhuriyetlerin bağımsızlığını ilk tanıyan ve buralarda ilk Büyükelçilik açan ülkedir.
Dün değerli Cumhurbaşkanı Nazarbayev’le dertleşirken bağımsızlığımızı ilan ettiğimizde 2 saat sonra merhum Turgut Özal’ın Kazakistan’ın bağımsızlığını tanıdıklarını ilan etmişti dedi. İşte bu denli anlamlıdır bizim kardeşliğimiz. Orta Asya ülkeleri, bağımsızlıklarından bu yana geçen 20 yılı aşkın sürede siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel alanlarda önemli ilerlemeler sağladı. 1990’lı yılların zorlu şartlarına rağmen, bağımsızlıklarını ve egemenliklerini korumayı başaran bu ülkeler için, bugün gelinen nokta çok önemlidir. 23-24 yıl önce bazıları bu ülkelerin bağımsızlıklarını sürdürebilecekleri konusunda şüphe içerisindeydi. Gerçekten de bu yıllar, Türkiye için olduğu gibi, Türk Cumhuriyetleri için de kolay geçmedi, sıkıntılıydı. Dünyaca ünlü yazarımız Cengiz Aytmatov’un ifadesiyle “asra bedel günler” yaşandı. Ancak, bu ülkelerin başarısızlıklarını bekleyenler hüsrana uğradılar. Kardeş Cumhuriyetlerin hepsi, devlet hayatı bakımından çok kısa sayılabilecek bir sürede kendi ayakları üzerinde durmayı başardı.
Türk dünyası, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki süreçte, bağımsızlık döneminin bu ilk sıkıntılı sınavlarını başarıyla verdi. Bu yıl, Kazakistan’ın bağımsızlığının ve Türkiye-Kazakistan ilişkilerinin 24’üncü yılını kutluyoruz. Bu sürede Kazakistan, değerli kardeşim, Cumhurbaşkanı Sayın Nazarbayev’in ehil yönetimi altında önemli başarılara imza attı. Sahip olduğu doğal kaynakları ve coğrafi konumunu etkin şekilde kullandı, ulaştırma ve enerji diplomasisi alanında görüşü aranan bir ülke haline geldi. Kazakistan’ın bundan sonra da çok daha büyük başarılara imza atacağına yürekten inanıyorum.
Türkiye’nin de bu yolda her zaman Kazakistan’ın ve kardeş Kazak halkının yanında olacağından şüpheniz olmasın. Geçen 24 yılda, iki kardeş ülke arasındaki ilişkilerde de büyük mesafeler kat edildi. Siyasi ilişkilerimiz, aramızdaki kardeşliğe yaraşır şekilde mükemmel bir seviyeye ulaştı. 2009 yılında imzaladığımız Stratejik Ortaklık Anlaşması ve 2012 yılında tesis ettiğimiz Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi, işte bu işbirliğin sembolleridir. Ekonomik, ticari ve kültürel alanlardaki işbirliğimiz her geçen gün daha da gelişiyor. Yükseköğrenim konusunda Kazakistanlı kardeşlerimizle çok müstesna bir işbirliği yürütüyoruz. 1992 yılından itibaren bu güne kadar, 3 bin 750 Kazak öğrenciye ülkemizde burs imkânı sunduk. “Türkiye Bursları” ile de her yıl 150 civarında öğrenciye lisans, yüksek lisans ve doktora seviyesinde burs veriyoruz.
İkili ilişkilerimizin yanı sıra, Türk Konseyi başta olmak üzere, çok taraflı platformlardaki işbirliğimiz de mükemmel seviyededir. Büyük önem verdiğimiz Türk Konseyi’ni, Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri’nin misyonunun önemli bir kilometre taşı olarak görüyoruz. Bizlere düşen görev, ortak kültürümüzden ve tarihimizden aldığımız bu mirası, gelecek nesillere, yani sizlere en güzel şekilde aktarmak ve onun daha ileriye götürülmesini teşvik etmektir. Sizlerin de aynı anlayışa, aynı bakışa açısına sahip olduğunuza inanıyorum.
Değerli Kardeşlerim,
Dünyanın her alanda hızlı değişimler geçirdiği bir dönemdeyiz. Ortak güvenliğimizi ve geleceğimizi ilgilendiren konular, her geçen gün daha karmaşık bir nitelik kazanıyor. Yaşanan değişimi anlayabilmek için, uluslararası dinamiklerin doğru tahlil edilmesi gerekiyor. İstikrar ve refahın tesisi bakımından, karşılıklı çıkara dayalı ekonomik bağımlılıktan, farklılıkları bir arada yaşatma kabiliyetine kadar, pek çok önemli konu önümüzdeki dönemde gündemimizi meşgul edecektir.
Türkiye, içinden geçilen işte bu değişim sürecinin farklı dinamiklerinin kesişme noktasında olan bir ülke. Bu, her geçen gün artan imkân ve kabiliyetlerimizle, dış politikamızın çok boyutluluğunu sağlayan ve gerekli kılan bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Bunun yanında, kendimizle birlikte kardeşlerimizin de siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmesini sağlamak için her türlü çabayı gösterme sorumluluğuyla karşı karşıyayız.
Dış politikamıza hakim olan çok yönlü, dinamik, vizyoner ve insan odaklı yaklaşımda, Hoca Ahmet Yesevi’nin “insanın kendisiyle olduğu kadar çevresiyle de barışık olması gerektiği” prensibinin izlerini görebilirsiniz. Bu prensibin tüm dünya tarafından da uygulanması halinde, halen yaşanan bunca acı ve sıkıntının sona ermemesi mümkün mü?
Türkiye olarak, tarihimizin ve coğrafyamızın bize yüklediği sorumlulukların farkındayız. Dünyada yaşanan değişimin insani hakları temelinde, hukukun üstünlüğü, barış, refahın ve güvenlik ekseninde gelişmesi için üzerimize düşeni yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz. Tarih bize, doğru adımların atılması ve fırsatların değerlendirilmesi halinde, bölgemizde büyük medeniyetlerin yükseldiğini, buna karşılık yapılacak yanlışların bedelinin de çok ağır olduğunu gösteriyor.
Bakınız bugün çevremizde, bizi ve kardeşlerimizi ilgilendiren birçok sorun yaşanıyor. Ukrayna’da Kırım Tatarlarının durumunu biliyorsunuz. Suriye’deki zulüm, hem insani bakımdan, hem siyasi bakımdan giderek kötüleşiyor, vicdanları giderek daha çok yaralıyor. Aynı şekilde Irak’ta mezhepçilik fitnesi, hala tüm ateşiyle yanıyor. DEAŞ denilen terör örgütü, sadece ve sadece Müslüman kanı dökerek, İslam dünyasını ve bölgeyi zehirlemeye devam ediyor. Libya’da yaşanan fiili bölünmüşlük hali, ülkenin ve oradaki kardeşlerimizin geleceği bakımından bizi endişelendiriyor. Mısır’da darbeyle işbaşına gelen yönetim, demokrasiye dönüşü reddettiği gibi, verdiği idam kararlarıyla, halkın yüreğinde de kapanmayacak yaralar açma yolunda ilerliyor. Son olarak Yemen’de başlayan iç çatışmalar, bölgede yeni bir kamplaşmanın fitilini ateşleme aşamasına geldi. Filistinlilerin haklarına saygı göstermeme konusunda adeta yarış içinde olan İsrailli politikacılar yüzünden, bölgedeki huzursuzluk giderek tırmanıyor. Afganistan hala huzuru yakalayabilmiş değil. Afrika ülkelerinin pek çoğunda da benzer sıkıntılar var. Myanmar’dan, Doğu Türkistan’dan gelen haberler bizleri endişelendirmeye devam ediyor.
Türkiye, işte tüm bu manzara içinde, barışın, huzurun, refahın, güvenin temel alındığı bir uluslararası sistemin inşası için çalışıyor, bu yöndeki gayretlere destek veriyor. Bu çabaların başarıya ulaşması için, uluslararası toplumda etkinliği olan tarafların bir araya gelmesi ve birlikte hareket etmesi şarttır. Bunun için, bir yandan bölgesel işbirliği platformları güçlendirilirken, diğer yandan da Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, küresel yapıların çözüm odaklı bir anlayışla yeniden yapılandırılması gerekiyor.
Suriye’de 300 bin insanın ölümüne seyirci kalan bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, dünya üzerinde yaşayan milyarlarca insana nasıl güvenli bir gelecek vaat edebilir ki? Seçimle işbaşına gelmiş siyasetçilerin değil, askeri darbeyle ülke yönetimini gasp etmiş diktatörlerin arkasında duran bir uluslararası düzen, insanlara nasıl daha özgür bir gelecek vaat edebilir ki? Batıda sadece israf edilen, çöpe atılan yiyeceğin, Afrika’daki tüm açları doyurabilecek miktara ulaşabildiği bir sistem, insanları nasıl daha müreffeh bir hayat için motive edebilir ki?
Biz, işte bu sürdürülemez uluslararası düzenin değişmesi için her platformda sesimizi yükseltiyor, itirazlarımızı dile getiriyoruz. Küresel vicdanı uyandırana kadar da bunları söylemeye devam edeceğiz.
Amacımız asla bu dengesizlik içinde bir rol kapmak değildir. Biz, tesisini arzu ettiğimiz adil ve gerçekçi yeni düzenin eşit taraflarından biri olmaya talibiz. Yani ‘Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi dünyanın kaderini belirleyemez, belirlememelidir’ diyoruz. Çünkü dünya 5’ten büyüktür. Öyleyse tüm dünyanın kaderini niçin bu 5 tane üyeden bir tanesinin kararı belirlesin? Bu adil bir dünya olmaz. Onun için el ele vermeye mecburuz, dayanışma halinde olmaya mecburuz.
Bakınız 2013 yılında Türkiye en çok uluslararası yardım yapan ülkeler sıralamasında üçüncü sırada yer aldı. Biz 12 yıl önce yılda 45 milyon dolar yardımda bulunuyorduk, ama geçen yıl –burası çok ilginç- şimdi 4,5 milyar dolar yardım eder hale geldik. Bu bizim insani ve vicdani sorumluluğumuzdur, bunu yapmaya mecburuz. Onun için bunları yapıyoruz ve yapacağız.
Değerli kardeşlerim,
Bununla kalamayız. Her geçen gün daha kararlı bir şekilde bunu devam ettirmemiz lazım. Afrika ülkelerini dolaştığım zaman, o acı manzaraları gördüğüm zaman diyorum ki; bizim sorumluluğumuz daha büyük. Yani biz ekonomik büyüklüğümüzün çok çok üzerinde bir insani yardım içindeyiz. Amerika, İngiltere ve Türkiye, düşünebiliyor musunuz? Halbuki dünyada bizden çok çok güçlü ülkeler var. Bakınız şu anda Suriye ve Irak’tan Türkiye’ye sığınan sığınmacıların sayısı ne biliyor musunuz? 2 milyon. Bunun 1 milyon 700 bini Suriye’den, 300 bini Irak’tan ölümden kaçarak geldiler, Türkiye’ye sığındılar. Kapınızı kapayabilir misiniz? Ne dedik? ‘Buyurun’. Ve şimdi onları biz yediriyoruz, giydiriyoruz, sağlığına, eğitimine, her şeyine A’dan Z’ye biz bakıyoruz. Peki, size Birleşmiş Milletler’den yardım gelmedi mi? Geldi, ne kadar biliyor musunuz? 250 milyon dolar. Peki, biz şu ana kadar ne kadar harcama yaptık, onu da sizlere söyleyeyim;, 5,5 milyar dolar, fark bu. Ama biz bundan da şeref duyuyoruz, gurur duyuyoruz.
İnşallah, Türk Konseyi başta olmak üzere Orta Asya’daki dostlarımızla birlikte oluşturduğumuz ve güçlendirme kararı aldığımız işbirliği platformuyla bu gücümüzü daha da artıracağız. Hoca Ahmet Yesevi’nin hikmetlerinden aldığımız ilham, güç ve cesaretle bu doğrultuda yolumuza devam edeceğiz.
Ben bu düşüncelerle üniversitemizin yönetimine ve öğrencilerine başarılar diliyorum. Şahsıma tevdi ettiğiniz fahri profesörlük için şükranlarımı ifade ediyorum. Üniversitemize, öğrencilerimize layık olmanın gayreti içerisinde olacağımı da burada ifade etmek istiyorum.
Size saygılarımı ve sevgilerimi sunuyorum.